RESIM PAYLASIMI
Mini blog hikaye ''Dörtlü Kaos Mimarları''nı okudunuz mu? Yakın tarihin esrarengiz cinayetlerinin ardındakiler ve inanılmaz zihin kontrol teknikleri.. Hepsi ve daha fazlası gerilim ve gizem dolu mini blog hikaye ''Dörtlü Kaos Mimarları''nda..

12 Şubat 2014 Çarşamba

Enstitü 1

Yusuf Ziya hoca oğlunu kucağına almış, kendisini dikkatle dinleyen üniversite öğrencilerine amfide Metod dersi veriyordu. Öğrenciler önceleri bu durumu garipsese de hocanın samimiyetinin akademik dünyada bir eşi daha yoktu. Zira anlattıklarını anlamayan oğluna dönüp ‘’sen de amma antika adamsın ha’’ diyerek amfidekileri kahkahalara boğmuştu. O sırada cep telefonuna bir mesaj geldi. Saatine baktı. Öğrencilerine ‘’hadi bakalım paydos’’ dedi. Kendisi de kalkıp çantasını toparlamaya koyuldu. O sırada öğrencileri çıkarken hocasına selam veriyor, Yusuf Ziya hoca ‘’hadilen atsineği!’’ veya ‘’yürü len öküz herif!’’ diyerek çocuklara takılıyordu.

ODTÜ üniversitesi o gün sıradan bir gün yaşıyordu. Yusuf Ziya hoca çocuğunun elinden tutmuş koridorda ilerledi. Bu avrupai çocukların ‘’muhafazakar’’ olarak bilinen bir sosyoloji hocasını sevmesi kağıt üzerinde zordu. Ancak Yusuf Ziya hoca bunu çoktan başarmıştı. Odasına geçtiğinde cep telefonundaki mesaj kutusunu açtı. Okuduğu zaman ensesinden bir ter damlasının kaydığını hissetti. Mesajı sil seçeneğine girdi. Silmeden önce bir kez daha göz gezdirdi. Ekranda ‘’merdiven hazır’’ yazıyordu. Mesajı siler silmez oğluna baktı. Kimbilir onu bir daha ne zaman görecekti..
***


Sağır oda olarak bilinen yerde 4 amerikalı görevli beşgen bir masa etrafında oturuyorlardı. Kendilerine çalışmaların bir an önce nihayete varması emredilmişti. Toplantıya başkanlık eden kişi ABD Dışişleri Bakan Yardımcısı Thomas A.Ferrell ‘dı. Ferrel etrafındakilerle 6 aylık bir çalışma yürütmüştü. Hepsi temsil ettikleri gruplar tarafından yönlendirilmişti. Sağında yine ABD Dışişleri Bakan Yardımcısı Goli Ameri, solunda ABD Dışişleri Bakanlığı Küresel Eğitim Programları Direktörü Paul Hiemstra ve tam karşısında yine aynı bakanlıktan ingilizce dili programları dairesi direktörü John Connerly vardı.

Ferrell beşgen masadaki son boş sandalyeyi göstererek sordu:
-Baylar? Son adamımızda emin miyiz?

Masadaki herkes olumlu manada kafalarını salladılar. Ancak mevkiidaşı Goli Ameri söze girmek için elini kaldırdı. Ferrell ‘’buyrun’’ diye kabul etti. Ameri burnunun ucuna kaymış gözlüklerini biraz yukarı kaldırıp muhattaplarına döndü:

-Baylar.. Adam Türkiye’de saygın bir üniversitenin sosyoloji bölümü başkanı.. Yeterli derecede ingilizcesi de var.. dedi

Dil Programları Dairesi direktörü Connerly başıyla onayladı. Ameri devam etti:
-Adam bu iş için biçilmiş kaftan.. Fullbright programına başkan yardımcısı yaptık tanrı aşkına! artık neyi tartışıyoruz ki? İsmi verelim gitsin!

Ferrel söze girdi:
-Bay Ameri.. Adamın CV’sindeki bir eksiklikten dolayı düşünüyor değiliz. Bizim görevimiz programla en iyi şekilde uyuşacak bir isim vermek. Ancak unutmayalım ki bu yüzyılı aşkın mazisi olan bir program. Öyle sıradan bir adamı getirip bu masada oturtamayız.

Connerly elini kaldırıp söz istedi:
-Adaylar arasından Chicago Üniversitesi’nden burs kazanan başka bir isim yok..

Ameri sordu:
-Yani? Ne alakası var?

Ferrel açıklama yapma gereği duydu:
-Chicago Üniversitesinin kurucusu John D.Rockefeller ‘dir.

Ameri sinirlenmeye başlamıştı:
-Tamam da bu bizim özgür bir karar vermemizi engellememeli..

Connerly:
-Dostum şu hayatta bazen senden büyük şeyler vardır. 20 yıl önce Rockefellerlar bir adama burs veriyorlarsa bu bir yatırımdır.

O ana kadar suskun bir şekilde bekleyen ABD Dışişleri Bakanlığı Küresel Eğitim Programları Direktörü Paul Hiemstra söze girdi:
-Yani demek istiyorsunuz ki biz burada kimi seçersek seçelim.. Büyük Graham Fuller kimi dilerse onu programa dahil edecek!

Ferrel:
-Baylar. Burada güç dengeleri mevcut. Hepimiz Amerikan topraklarındaki güç odaklarını temsil ediyoruz. Ortak kararımız hepimizin yararına olacaktır. Ben oyumu bu Türk’ten yana kullacağım.. İtirazı olan?

Ameri yutkundu ama masadakilerden ses çıkmadı. Ferrel önündeki kağıda birşeyler yazarken gülümsedi:
-Yusuf.. Yani Aziz Joseph.. İsa babamızın dünyevi babası.. Kabul edilmiştir!

***

Yusuf Ziya Hoca göreve geldiğinden bu yana Yüksek Üniversite Kurulu’nda sessiz bir günü geçmemişti. Geçen 1 yılda o samimi, sevecen tavrından eser kalmamıştı. Asabi bir idari amirden farksız gibiydi. İçeride kurumdaki muhalifler, dışarda gazeteciler ve her an haber beklediği Amerikalı dostlar.. Her gün kendisine ‘’ben bir akademisyenim, burada ne işim var?’’ diye soruyordu. Ancak cevabı bir yıl önce üniversite kampüsündeki odasında silmişti. Burası vaad edilen ‘’merdiven’’di..

Burası bir merdivendi. Basamakları teker teker çıkan kişi, sonunda idealine ulaşırdı. Merdiven’in hep bir vakıf veya bir siyasi örgüt olacağını düşünmüştü. Bu kuruma gelişi, acaba tesadüfen miydi? Yoksa planlı bir iş miydi? Ortağı olduğu istatistik firmasının Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde verdiği desteği düşünürse, planlı bir seçim olduğu açıktı. Ama hala kafasında soru işaretleri vardı.. Kendisine söylendiğine göre Cumhurbaşkanı kendilerinden değildi. Nasıl böyle bir atamaya izin verilmişti? Başörtüsü yönündeki paralel görüşten dolayı mıydı? Yoksa Cumhurbaşkanlığının üstünde bir karar mekanizması mı vardı?

Yusuf Ziya Hoca bunları düşünürken uçağı Washington’a iniş yapıyordu. Muhattapları onu karşılayacaktı. Kendisine eşlik eden heyetinin yanısıra, anadolu ajansı muhabirleri de uçaktaydı. Ziyaretin amacını; “Türkiye'de yeni açılan üniversitelerde ingilizce okutman sayısının artırılması, ABD üniversitelerinin Türkiye'de kampus açması, uzaktan eğitim ve Fullbright bursunun artırılması konuları üzerine görüşüleceği” şeklinde özetlemişti.

Uçaktan inip kendisini bekleyen arabasına bindi. Amerikalılar kendilerinden beklenmeyecek derecede kibar konuşuyorlardı. Yusuf Ziya Hoca merkezi başkentte bulunan Eğitim ve Kültür Bürosuna geçti. Kendilerini bekleyen 4 amerikalı ile tokalaşıp basına fotoğraf verdiler. Ardından ‘’güvenlik’’ nedeniyle sağır odaya geçileceğini söylediler. Yusuf Ziya Hoca sadece söylenenleri yapıyordu. Yürüyerek dijital kodlu bir kapıdan geçtiler. Ortada beşgen bir masa vardı. Her bir üye masada yerlerini aldı. Yusuf Ziya Hoca da boş koltuğa yerleşip tekrar selam verdi.

ABD Dışişleri Bakan Yardımcısı Thomas A.Ferrell hocaya bakarak konuşmaya başladı:
-Size verilen dosyada programın ana hatları mevcut. Sormak istediğiniz noktalar varsa bizlerin size her konuda destek vereceğimizi bilmenizi isterim.

Hoca kendisine verilen 8 sayfalık gizli dosyayı incelemişti. Bahsedilen program ODTÜ ve Amerikan üniversitelerinde polis enstitüsü açılması ve üniversiteler arası koordine çalışmaktan ibaretti.

Hoca söze girdi:
-ODTÜ ‘de bir polis enstitüsü açılması teklifinizi rektör Ömer Bey’e götürdüm, kabul etti. Üniversitede ‘’Uluslararası Güvenlik ve İnsan Hakları Araştırma Merkezi’’mizi açacağız. Bunun için Emniyet Genel Müdürlüğü ile de gerekli anlaşmaları yaptık.

Beşgen masadaki amerikalılar akıcı ingilizcesiyle konuşan bu adamı sevmişlerdi. ABD Dışişleri Bakanlığı Küresel Eğitim Programları Direktörü Paul Hiemstra:
-Mükemmel.. Oldukça hızlısınız bayım. Ama amerika hep ilk yapandır, biz de Kuzey Teksas Üniversitesinde benzer bir enstitü kurduk. Sadece imzanızı bekliyor.. dedi.

Yusuf Ziya Hoca temkinliydi:
-Güzel. Yani anlaşılan o ki, polisimizi eğitim amacıyla Teksasa göndereceğiz. Ne öğrenmelerini amaçlıyoruz? dedi

ABD Dışişleri Bakan Yardımcısı Goli Ameri’nin yüzü asıldı:
-Tanrıaşkına bayım.. Dosyada okuduğunuzu zannediyorduk..

Yusuf Ziya Hoca gülümsedi:
-Dosyada protestolara katılım,  kolluk kuvvetlerine yardım analizleri,  politik retorik, terörizmin sosyal boyutları gibi konular var ama.. ben başka birşey soruyorum: ne öğrenmelerini amaçlıyoruz?

Paul Hiemstra bu adamın zeki olduğunun farkındaydı:
-Saygıdeğer beyfendi.. elbette dosyada sadece bilinmesi gerekenleri yazdık. Siz bu ayrımı anlayabilecek derecede zeki birisisiniz. Akademik kariyeriniz ilham verici..

Yusuf Ziya Hoca gözlüğünü çıkarıp gözlerini ovuşturdu. Sohbetten sıkılmış bir hali vardı:
-Baylar.. ben övgülerle kandırılamayacak kadar da zeki biriyim. Şimdi lütfen birisi bana bu polislerin eğitim süreci boyunca alacağı derslerin neden kurumumca denetlenmeyeceğini, eğitmenlerin neden haberalma teşkilatınızla doğrudan bağlantılı olduğunu söyleyebilir mi?

İngilizce dili programları dairesi direktörü John Connerly ‘nin sesi yumuşaktı:
-Ulusal güvenliğe çok farklı açılımlar getirecek yeni bir grup yetiştirmeye çalışacağız. Hem akademik, hem uzmanlık alanı olan.. Böylece ülkeler arası güvenlik biliminin altyapısı yetişecek.. Buradan eğitim alan güvenlik mensupları terörle mücadelede üst kademelerde yer alacaklar..

Yusuf Ziya Hoca:
-Müfredata hakim değiliz. Bizim adamlarımızı bize karşı kullanmayacağınızı nerden bileceğiz?

Ferrell’in sabrı kalmamıştı:
-Bayım. Burası bir pazarlık masası değil. Graham Fuller’in emri altındayız. Siz de Pensilvanya ‘dan tembihlisiniz.. İşi yokuşa sürmek anlamsız..

Yusuf Ziya Hoca yutkundu. Bahsi geçen isimleri çok iyi tanıyordu. Şansını zorlamak istemedi:
-Müfredatı öğrenme hakkımı saklı tutarak, programa katılmayı kabul ediyorum. Sormak istediğim tek bir soru kaldı.. Bu gençlerin gelişi gidişi ve buradaki faaliyetlerini sağlamak için burs sağlanmalı..

Paul Hiemstra parmağını şıklattı:
-Tam adamını buldunuz bayım. O işi olmuş bilin. Utah Üniversitesi Siyasal Bilimler Fakültesi polisinizi bekliyor.

Yusuf Ziya Hoca tarihi bir kararın altına imza attığının farkındaydı. İşler ters gittiğinde bütün oklar kendisine doğru çevrilecekti.

Goli Ameri imzayı atan hocaya bir hediye paketi uzattı:
-Dostluğumuzun bir göstergesi olarak kabul edin. Nadir bir parçadır. Pipo kullandığızı duydum..

Hoca paketi açmadan çantasına bıraktı:

-Çok teşekkür ederim. Aslında bıraktım ama.. Yine de teşekkür ederim.

EDIT: 


Enstitü 2 için tıklayın

Enstitü 3 için tıklayın
koddostu facebook koddostu google+ koddostu twitter
Paylaş
Uyarı
Blogda yazılan herşey gerçeklere dayalı kurgu teorilerdir. Telif hakkı içermez. Dilediğiniz gibi kopyalayabilir, kaynak göstermeden kullanabilirsiniz.

@nushirevan